Pages

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Bilgi Kavramı Kritiği


İnsan için en doğru bilgi nedir? İnsan bilgiyi bilmekle gerçeğe da ulaşmış demek midir? Tanrı bilgisi, ahlak bilgisi, toplumsal kurallar gibi soyut kavramları öğrenmek (bilmek), insan için yeterli midir? Bugünkü anlamda tüm bu soyut kavramlarla ilgili bilgiler mutlak gerçek midir? Herhangi bir ahlak bilgiye eleştirel yaklaşmak niçin gerekli olsun? Bu yazıda özellikle bunlar üzerinde durmak ve düşün dünyanızı biraz karıştırmak istiyorum. Ayrıca şunu da belirtmek isterim. Yazımın başlığında da belirttiğim gibi bu makale bir kritik(eleştiri)dir. Dolayısıyla insanlara mutlak ve gerçek bilgiyi öğretmeyi amaçlamamaktadır. Aksine, bu makale bir bakış açısı geliştirme makalesidir. Yani bu yazıda sizi bildiğiniz klasik, deterministik Newton fiziğinden, göreceli Einstein fiziğine ya da ezberlediğimiz Öklid geometrisinden Benoit Mandelbrot'nun fraktal geometrisine götürmeye çalışacağım.

Öncelikle size çok klasik bir soru sormak istiyorum. Sanat için soyunur musunuz? Neden? Ya da belli şartlar altında( örn. çok ileri gitmeyen sevişme sahneleri için, belli oranda soyunma ya da çok inandığınız ve sizi için çok değer arz eden yönetmen/oyuncular hatırına) mı soyunursunuz? Veya soyunmazsınız asla. Çünkü sizin etik anlayışınızda soyunmak yoktur. Hatta siz, belki film için küfür bile etmezsiniz. Yahut, siz tüm bu saydığım nedenler dışında para miktarına önem veren birisisiniz ve belli bir ücret ödemesi karşılığında pekala soyunabilirsiniz. Belki de siz bir çok karma nedeni, sizin addediğiniz belli önem derecelerine göre (iyi para yüzde 40, iyi yönetmen yüzde 20, iyi oyuncular yüzde 10, kariyer planlaması yüzde 15 ve diğer nedenler yüzde 15) sıralayabilirsiniz (Bu nedenler ve değerler sayılamaz çoklukta da olabilir). Elbette ben cevaplarınızı bilemem ama şunu biliyorum ki her insan farklı nedenlerle(ki asıl değinmek istediğimiz konu budur) farklı cevaplar ve yaklaşımlar içinde olacaktır.

Buraya kadar her şey tamam. Fakat size şunu da sormak istiyorum. Verdiğiniz karar (size sonuçları ne olmuş olursa olsun) soyut kavramlar üzerine kurduğunuz değerler açısından en doğru mutlak gerçekler midir? Yani sizce 10 milyon dolar için bile bir insan soyunmamalı mıdır? Ya da can cekişen bir hayvanın -örneğin bir at- hayatına son vermek ne kadar doğrudur? Bir insanın canına kıymak hangi özel durumlar altında vicdanınıza asla sızlatmaz? Verdiğiniz kararları yargılamak değil amacım daha öncede belirttiğim gibi.

Şimdi bu düşüncelerimi size tarihi bazı olaylarla ilinti kurarak açmak istiyorum. Bu yazının devamını bu tarihsel olayların mantıksal kurgusunu yaptıktan sonra bazı diğer makale ve kitap alıntıları ile de birleştirip aktaracağım.

28 Temmuz 2009 Salı

Postmodern Kritisizm


Bireyin tek başına kaldığı zaman kendini oluşturmak için yapacağı çalışmalar ne yapmalı sorununun önemli bir bölümüdür. Kendi değerini eksiksiz bilen ve her an bu değeri, yeni şartların ışığında eleştirebilen bir kişi ne yapmalı, ne yapmalı diye bocalamaz. Düzenli bir çalışma düzeyine girebilmek için üç temel sorunu çözümlemek gerekir.
a) Kendini iyi tanımak
İnsan en çok kendiyle ilgilenir;ama bu ilgilenme bir yönteme dayanmaz ve kendini tanıma sorunu bilimsel bir yolla çözümlenmezse sonsuz bunalımlar karanlığına düşer birey. Değerini tam bilmeyen kişi, gereksiz yakınmalarla gün geçtikçe daha da bozulur ve çürüyüp gider. Kişisel değerleri büyütmek de küçültmek de aynı derecede zarerlıdır. Yola çıkmadan önce altından kalkamayacakları bir yükün altına girenler daha işin başında ezilip kaybolurlar; gerçek değerinin çok azını ortaya koyanlar da kısa zamanda tembelleşip bir işe yaramazlar.
Kendini tanıma sorununun çözümünde, Descartes'ın bilime uyguladığı kuşkuculuğu kullanabliriz. Bütün değerlerimizi önce yok sayarak işe başlamalıyız. Kişisel değer saydığımız şeylerin, toplumun baskısıyla edinilmiş sahte nitelikler olabileceğini de hiçbir zaman akıldan çıkarmamalıyız. Örneğin, soyut ahlak kavramını ele alalım. Namus, iyilik, iş ahlakı gibiher toplumun temel dayanakları sayılan kavramlar vardır. Bu kavramların her toplum için, aynı olduğu ve bunlarla ilgili kurallara her toplumda uyulması gerektiği elirtilmiştir bizlere. Biz, ancak kendi özlediğimiz toplumda uymalıyız bu kurallara. Onlar ise, şartlar ne olursa olsuntoplumu ayakta tutmak için bizi soyut kavramlarla uyutmaya çalışırlar. Ben, sadece namuslu olmakla övünen kişiyi adamdan saymıyorum; toplumu iyiye, güzele götürmek için kendi gibi namuslu insanlarla birlikte bir çaba harcamamışsa, çevresindeki uygunsuz gidişe başkaldırmamışsa, o kişi namussuzdur benim için. Benim de değerlerimin arasına bu çeşit nitelikler karışmışsa atmalıyım onları; onlarla övünmemeliyim. Bu nitelikler, amacımı gerçekleştirirken bana zararlı bile olabilir. Gerekirse bir ülkü uğruna hırsızlık da yapmaz mı insan? Kendi aramızdaki ilişkilerde ahlaklı olmamalı demek istemiyorum; bize bu çeşit iftiralar atılmamalı. Fakat onların düzenini korumak için gerekli olan böyle sahte değerlere de hiç önem vermeyelim.
b) Kendini eleştirmek
Bu deyimle Batılıların "otokritik" dediği soruna eğilmek istiyorum. Yukarıdaki söylediklerim bir otokritik sayılabilirse de ben otokritiği daha çok bir eylem için varsayıyorum. Bir eylemden sonra, o eylemin birey açısından değerlendirilmesidir otokritik diyorum. Kendini eleştirmenin, kendinden yakınma çerçevesinden de çıkması gereklidir diye düşünüyorum.
c) Dış etkenlerin uyutucu durgunluğuna kapılmamak
Ülkemiz, bugün için durgun bir toplum düzeni içindedir ve insanı toplumsal çalışmalar itecek bir dış etkenin yok olduğu söylenebilir. Peki ne yapalım o halde? Olayların bizi hazırlıksız yakalamasına fırsat mı verelim? Yoksa tehlikesiz çalışmalarla o zamana kadar kendimizi avutalım mı? Bence hemen köklü bir çalışma dönemine girelim.

Oğuz Atay / Tutunamayanlar'dan Alıntı