Pages

7 Ocak 2012 Cumartesi

Nokta ve Çizgi

Starry Night
France: June, 1889
Hayat bir şey değildir. İtinayla yaşayınız.
Zamanımdan ayrılamayacağımı anlayınca, onunla birleşmeye karar verdim.
Hepimiz öleceğimize göre, ne zaman ve nasıl olduğunun önemsizliği meydandadır. 
                                                                                             Albert Camus
Nokta ve çizgi gibidir aklın gördüğü. Çizginin noktayı arayışıdır, yaşamak. Düz bir çizgi kaç noktadan oluşur? Sonsuz mu... Öyleyse bir nokta neyi ifade eder? Hiçliği mi... Çizgi var, noktayı da düşünebilirim ama çizginin içindeki noktayı bilemem. Düz bir çizginin içindeki nokta sayısı benim aklımın çok ötesindedir; varlığından emin olduğum bir hiçlik gibi...

İnsanların belirli standartlarda bir hayat tutturmaya çalışmaları ise ayrıca hayret verici. Standart bir yaşamın unsuru olmaya çalışmak, tarih boyunca çok önemli oldu. Önemli yerlere gelmeye çalışmaktan tutalım da, ahlaki ve etik değerlerden sapmadan ve bunlara tam uyumlu yaşamak düşüncesine kadar; hatta düğünü ve ölümü bir sınır bilip bunlar için törenler düzenlemeye değin yapageldiğimiz tuhaf alışkanlıklar.

Halbuki, bir insanın, herhangi bir insanın yaşaması değersizdir; hayatı önemsizdir. İnsan yaşar ve ölür; bu çok sade bir gelişmedir. Hiçbir insanın hayatı kıymetli değildir. Ama ne olursa olsun, bir çizgide yürümeye çalışmaya zorlanıyor insan. Sanki, yaşlanmadan ölmek acayipmiş gibi. Hiç de değil... Burada ölümü arzulamak düşüncesi de yok; bu insanın hayatının basitliğinden başka bir şey değil. Yapmaman gereken bir şeyi yaptın ve öldün; bu kadar sade bir gelişme bu dünya tarihi için. Bir insanın ölümünün veya sevinçlerinin törenselleştirilmesi bu yüzden anlamsızdır. Bazıları bunu "hayvanlaşma" olarak nitelendirebilir ama ben buna "insanın özüne dönüşü" diyorum.

Yüzyıllar boyunca birbirimizi yedik durduk. Son birkaç yüzyıldır da ahlak mümessilleri kesildik; "dünyaya hükmeden yaratıklar; medeniyet; hümanizm" ve diğer tüm kavramlarımızla. Bir sinerji yakaladığımızı inkar edemem ama her insan; vahşetini ve zulmünü içinde saklıyor yaşamı boyunca. Dünyada ilerlemenin yolu olarak benimsenen de bu oldu. İnsanları sınırları çizilmiş kümeslerde kavramlarla, değerlerle oyalamak ve bunu yaparken de, dünyanın tüm kaynaklarının sınırlarını zorlayarak bilginin en derinine ulaşmak; insan zekasının sınırlarını zorlamak. Mesela; çocuklar aptaldır; büyükleri eğlendirir. Kafalarının içinin boş olduğunu biliriz; yanlarında ne konuşursak konuşalım; özellikle çok küçük yaşlarında iken, hiçbir şey anlamazlar; hatta aptal aptal gülümserler. Yanlarında rahatça ve samimiyetle cinayet planlarınızı bile anlatabilirsiniz. Bu derece yorumlama, ilişkilendirme ve mantık kurma yetkinliklerinden yoksundurlar. Büyük insanlar da birer çocuk gibidir bu açıdan. Ellerine daha farklı oyuncaklar verirsin oyalanmaları için; sabah akşam tüketmenin ve farklı şeyler deneyip görmenin, okumanın, hissetmenin ayırdına vararak ömürlerini tüketirler. Her ölümün; birikimi sıfırlaması da, "yönetenler" açısından büyük rahatlıktır. Çünkü, aynı oyuncaklarla yeni gelenleri de oyalayabilirsin. Onları izlerken, onların çocuklarını izleyip eğlendikleri gibi eğlenirsin de. Üstelik bu yaşamaktan da gayet memnundurlar.

Aklı başında olduğunu düşünen anarşistler, nihilistler ve tüm dünya sanatçıları da bir şekilde insanın varoluşuna zıt yönlerini analiz ederler veya eleştirirler. Fakat yaşadığımız hayatı değiştirme noktasındaki çabalarımızın ve öz benliğe öz benliğe geri dönüş vurgusu yapan hareketlerin ne kadar anlamlı olduğunu da bilemiyorum. Bu noktada anarşistlerden ve diğer başkaldıranlardan ayrıldığımı düşünüyorum. Çünkü, hiçbir gerçek, gerçek, -gerçek insan kimliği dahi olsa- bana değerli gelmiyor. Bu yaşadığımız hayat, birileri tarafından uyutuluyorsak bile bir mucizedir. İnsanın özünde köpek gibi havlamak ve gerektiğinde zarar verici dalaşmalar da bulunmak olsa bile bu geri dönüşü arzulamıyorum. Ya da öncelikle derinlemesine düşünülmesi, detaylandırılması gerektiğine inanıyorum. Kompleks zekamızın nimeti etkileşim ve öğrenme fonksiyonları ile birarada yaşamayı öğrendik. Gerçek duygularımızı zincire vurmuş olsak bile, istediğimiz gibi sonlandıracağımız bir hayat var önümüzde. Bu, Albert Camus'nun, her şeye, tüm o saçmalığına ve absürdlüğüne rağmen hayat yaşamaya değerdir" mantığını temel alan "saçma" felsefesine yaklaşıyor.

İngiltere kıyıları, sayısız noktadan oluşan sınırsız uzunlukta olabilir; ahlak ve erdem bizim uydurduğumuz masallardan ibaret de olabilir; yönetiliyor ve harcanıyor da olabiliriz; insanın kendisi bir kibrit alevi gibi kısa sürede sönecek bir enerji de olabilir; karanlık tüm ihtişamıyla bizi yutmayı bekliyordur belki ama yine de kuralların, kanunların, etik, ahlak, erdem ve duyguların, ideolojilerin ve efsanelerin "saçma" olduğunu bilerek yaşamak bireyin en büyük zaferidir bana göre. Yaşamak anlamsızdır belki ama bu eski filmi yine de izlemeye değer diye düşünüyorum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder