Pages

12 Temmuz 2012 Perşembe

Karakter

 Renè Magritte - Specchio Falso
"Kendinden hiç söz etmemek çok soylu bir ikiyüzlülüktür."   Friedrich Nietzsche
Yunanca "basma, basım" kökünden gelir karakter kelimesi ve doğanın bize yapıştırdığı bir etiket gibidir. Tabii, insan karakteri zamanla oluşur ve yerleşir. Çevresiyle sürekli bir etkileşimde olan insan deneyimlerini biriktirerek bunları yansıtmaya başlar -bilinçli ve bilinçsiz bir şekilde-.

Peki insan karakteri köklü bir biçimde değişebilir mi? Bu soruyu cevaplamadan önce söylemem gereken şey şu; insanın ruhunda ve aklında tüm düşünceler vardır ve potansiyel olarak gelişebilir. Acı veren dehşet, şiddet, asabiyet vs. gibi duygular hiçbir insana, hangi ırktan olursa olsun, uzak değildir. Sadece yaşam koşullarının etkisi altında sürekli bir dönüşüm içindedir. Tabii, bu dönüşüm, özellikle ilerleyen yaşlarda, köklü bir değişim olarak gerçekleşemez çoğu zaman. Yani belirli bir merkez etrafında duyguların şiddeti ve gereksinimi ortaya çıkar. Söz gelimi, çok asabi biri, çok nazik olmaz; bir katil, duygusal bir şaire sık sık dönüşmez... Ancak ve ancak etkisi çok güçlü birtakım olaylar buna ön ayak olabilir. Hatta Soren Kierkegaard bir kitabında, insan duygularını kalıcı bir şekilde değiştirmeye ve yeni biçimiyle oturtmaya yönelik çalışmalar olan, psikolojik tedaviye yönelik ilaçların boşuna bir çaba olduğunu da belirtmektedir. Yani, insan karakteri her yönüyle bir etkileşime maruz kalabilirse ancak ve ancak değişebilir. Bu etkinin süresi de bu karakter değişimini etkiler. 

Full Metal Jacket / Stanley Kubrick
Örneğin, Stanley Kubrick'in, "Full Metal Jacket" filminin ilk bölümünü hatırlarsak, askeriye içinde sürekli ve devamlı bir şiddete maruz kalan askerin yaşadığı trajik dönüşümü izliyoruz. Filmde bu askere, özellikle komutanı tarafından o denli bir baskı uygulanmasına rağmen, karakter 180 derece değişmemiş, aksine komutana bir şiddet yansıması olarak geri dönmüştür ancak ve asker bir ölüm makinesine dönüşmemiştir nihayetinde.  Dolayısıyla, insan karakterinin çok güçlü bir etkileşimle dahi olsa, özellikle kısa sürede değiştirilebilmesi pek mümkün gözükmemektedir. Olsa olsa bu daha uzun bir çabanın sonucu olabilir ama bu dahi, hesaplanabilecek ve yönetilebilecek bir süreç değildir çoğu zaman.

Bütün bunlardan çıkardığımız bir sonuç da şu; "insan karakterini oluşturan duygularının aksi istikametinde olan duygular da aslında kişiliğinde mevcuttur". Fakat karakteri oluşturan duygular, bu kalan duyguları bastırır ve unutturur. Halbuki bir insanın karakteri, aslında etkin bir seçime değil, çevresinin ona bir armağanı gibidir. Tolstoy, belki de bu noktayı gördüğü içindir ki, insanın dünyada yalnızca sevgiyi aramasını öğütler. Çünkü, ancak sevgi ve iyilik gibi duygular içimizdeki potansiyel canavarları saklayabilir.

Voltaire ise şöyle bir hikaye anlatır; Doğuştan sert, öfkeli bir adam bir gün bir haksızlıktan yakınmak için Fransa Kralı I. François'in karşısına çıkar; hükümdarın yüzü, saray adamlarının saygılı hali, hatta bulunduğu yer, bu adamın üzerinde güçlü bir etki uyandırır; elinde olmadan gözlerini önüne eğer, dik sesi yumuşar; kuzu kuzu dilekçesini krala sunar; kendisini (hiç değilse o an için) aralarında bulunduğu hatta aralarında pusulayı şaşırdığı o saray adamları kadar doğuştan yumuşak bir adam; sanırsınız, ama I. François insan yüzünden anlıyorsa, eğik, ama donuk bir ateşle yanan gözlerinden, yüzünün gergin kaslarından, birbirine yapışmış dudaklarından bu adamın, hiç de öyle görünmek zorunda olduğu kadar yumuşak huylu olmadığını kolayca keşfeder. Bu adamın peşi sıra Pavia'ya gelir ve ikisi de bir sebepten buralılar tarafından yakalanır ve ikisi de Madrid'te ceza evine kapatılır.

I. François'in yüceliği artık üzerinde aynı etkiyi uyandırmamaktadır; o kadar saydığı adamla yüz göz olmuştur. Bir gün, kralın çizmelerini çekerken, beceriksizce çekerken, başına gelen felaketten sonra huysuzlaşan kral kızar; bizimki kralı tersler; çizmelerini de tuttuğu gibi pencereden fırlatır, atar.

Görüldüğü gibi, statü farkı karaktere kazınmış bir baskıdan başka bir şey değildir. Şartlar bir anda değiştiğinde, bakış açısı da değişmekte ve resesif duygular öne çıkıp, krala karşı saygıdan cayan bir tebaa ortaya çıkmaktadır. O halde karakter ne insan için, ne de toplumlar için genel geçer değildir. Ama yine de davranışları belirlemektedir. 

İnsanlar arasındaki çatışmaların temelinde bu karakter farkları yatmaktadır. Öyleyse, insanı çatışmaya ve kibre sürükleyip mutsuz eden de bu baskılı, yapışık karakter içgüdüsüdür. Ego'dan beslenen duygular, fanatik boyutlara ulaşır insanlarda ve hemen her karakter, naif bir çizgiyi dahi ifade etse böylesine fanatiktir. Çünkü, karakterler arasında en iyi olduğuna inanılan ve her insana empoze edilmeye çalışılanları vardır. Fakat insan doğası bunu kabul etmemektedir. İşte burada felsefenin ve sorgulamanın önemi çıkıyor ortaya. Bir karakteri oluşturan her türlü duygu insanın özbenliğinde bile sorgulanmalıdır. İnsana öğütlenmesi gereken en önemli tek duygu sorgulama olabilir bu açıdan bakıldığında.

Voltaire, şöyle bitiriyor; yetkinleşiyoruz, yumuşuyoruz, doğanın bize verdiği şeyleri gizliyoruz, ama onlara hiçbir şey katamıyoruz.

2 yorum:

  1. Keşke daha sık yazabilseniz.
    U(YKSZ)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Fırsat buldukça, artık daha fazla yazmaya çalışmak istiyorum zaten. Umarım başarabilirim.

      Sil